ANLAMLI YAZILAR

All posts in the ANLAMLI YAZILAR category

Beyninizi doğru kullanmanın çarpıcı yolları…

Published March 24, 2012 by Emine Göl Yılmaz


1- Beyin açık havadayken ve ayaktayken daha iyi çalışır. İnsan beyninin ayaktayken yaklaşık yüzde 10 daha fazla çalıştığı düşünülmektedir. Hayatınızla ilgili Önemli kararlar alırken açık havada veya doğada vakit geçirmeyi deneyebilirsiniz.

2 – Yürürken kolları sallamak beynin performansını olumlu etkiliyor. Önemli kararlarınızı açık havada, kollarınızı sağa sola sallayarak yürürken almaya ne dersiniz?

3- Yabancı bir dil öğrenme beyni güçlendiriyor. Her gün birkaç yabancı ya da yerli yeni kelime öğrenip, kullanabilirsiniz. Sözlük okuyabilirsiniz. Alışveriş listesi veya telefon numaralarını ezberlemeyi deneyebilirsiniz.

4- Zihinsel jimnastik /antrenman yapın. Bunun için çeşitli bulmacaları çözebilirsiniz. Satranç gibi akıl oyunları oynayın.

5 – Rutin olarak tekrar ettiğiniz davranışlardan vazgeçin. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizle taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin. En azından bir günlüğüne televizyon kumandasını sık kullanmadığınız elinizde tutun.

6 – Entelektüel zevklerinizi geliştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş antolojisinden birkaç cümle okuyun. Beyninizi kaliteli cümlelerle besleyin.

7 – Her gün güzel bir resme veya fotoğrafa bakmaya çalışın. Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeyler kadar gelişir.

8 – Sevdiğiniz bir müziği bir süre gözleriniz kapalı dinleyin. Beyin otoriteleri tarafından klâsik müziğin zekâya 7 puan ekleyebildiği iddia edilmektedir.

9 – Günde aklınızdan 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkındaysa, hayatınız da ona göre şekillenir. Unutmayın, kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda da onu çoğaltırsınız.

10 – Bir konu hakkında düşünürken, nasıl düşündüğünüzü de gözlemleyin. Düşünmek üzerine düşünmek, beyin ve düşünce kapasitesini artırır.

11 – İyi bir uyku kaliteli bir beyin için şarttır. Çok uyuyorum diye üzülmeyin. Einstein‘in günlük 10 saatten fazla uyuduğu biliniyor. 24 saati geçen uykusuzluk beyinde sarhoşluğa benzer bir etki yapar.

12 – Bol ve temiz oksijen beyin için çok önemlidir. Beynimiz ağırlık olarak vücudumuzun yüzde 2’sini oluşturduğu halde, vücuda gelen oksijenin yüzde 25’ini tüketir. Oksijensiz kaldığımızda ölümü gerçekleşen ilk organımız beyindir. Odanızın penceresini açarak kendinize bol bol oksijen ısmarlayın.

13 – Farklı düşünme tarzları beyninizi geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.

14 – Kullanılmayan organ körelir. Sürekli televizyon seyrederek beyninizi “düşük viteste çalıştırmayın.

15 – Beynin en tehlikeli yanı “ters çaba” kuralına göre çalıştığı anlardır. Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, korktuğunuzu başınıza getirir! Buna ters çaba kuralı denir. Beyin odaklanılan hedef olumsuz olsa bile, bunu gerçekleştirmek için çalışır. Topluluk önünde konuşma yaparken “acaba heyecanlanır mıyım?” diye düşünürseniz, heyecanlanırsınız.

16 – Beyni yoran monotonluktur. Hayatınızı ne kadar renklendirirseniz, beyninizi o kadar neşelendirirsiniz.

17 – Beyin kısa süreli hafızada beş ile yedi arasındaki bilgiyi işleyebilir. Yeni bir bilgi gelince, bu bilgilerden birini atar. Buna “sihirli sayı” kuralı denir. Bu kural aşılıp aşırı bilgi yüklenmesi durumunda beynimiz “servis dışı” olur. Hayatınızın en büyük kararlarını alırken “kafadan “ değil, tıpkı beş haneli iki rakam grubunu çarparken yaptığınız gibi, bir kâğıt üzerine yazarak ne yapacağınızı hesaplayın.

18 – Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Fiziksel zindelik, zihinsel zindelik getirir. Uzun süre hareketsiz kalmak, zihni de hareketsizleştirir. Spor yapmaya, fazla kilolarınızdan kurtulmaya özen gösterin. Yeterince su için. Çünkü, insan beyninin yüzde 78’i su ile kaplıdır.

19 – Ders çalışırken ilk öğrenilenler, son öğrenilenler, sık tekrarlananlar ve ilginç bulunanlar en çok akılda kalanlardır. Dersleri kısa aralar vererek çalışmak akıllıca bir harekettir.

20 – Bu hafta kafanızı nasıl daha iyi çalıştırabileceğiniz üzerine daha fazla düşünün. Unutmayın, beynimizi daha iyi çalıştırmak için kullanacağımız organ yine beynimiz“Aklınızı “başınıza” toplayın ve kullanın.


alıntı

Hüzün ki en ziyade yakışandır bize!.. İskender Pala

Published March 20, 2012 by Emine Göl Yılmaz




Hüzün ki en ziyade yakışandır bize!..

Hüzün, bir hazin kelime. Ayrılık gibi, hicran gibi; ama mutluluk gibi de. Bazan bir gözde görürüz onu, bazan bir yüzde. Bazan bulutlarla gelir, bazan lodoslarla.

Hüzün tarih olur, Bağdat ufuklarını Osmanlı tuğları misali bekleyen hurma fidanlarıyla; Tuna boylarını hatem yakutları gibi süsleyen kaleler ve burçlarla gelir yedi yüz yıllık hafızamıza.

Elhamra avlusunda derin uykulara dalmış mağrib güneşi olur kah; kah Kudüs gecelerinde savrulan Selahaddin rüyaları.

Aziz-i vakt idik a da zelil kıldı bizi.

Hüzün gözyaşı olur, bazan bir eylül bulutundan dökülüp dilemmalarımıza karışır; bazan bir Kanuni mersiyesinden akıp güneşlerimizi buharlaştırır. Paramparça olmuş kutsal kitapların mürekkeplerini dağıtır bazan, bazan kandil gecelerinin pişmanlıklarına dökülür yüreklerimizden.

Kimi zaman bir bayram sevincinin ardına gizlenen yetimin gözünde acı; kimi vakit fersudeleşmeye yüz tutmuş gülün yaprağında kırağı sıfatında belli eder kendini.

Hurşide baksa gözleri halkın dola gelir.

Hüzün söz olur, yarı yollarda bırakılmış yeminlerin ve vaadlerin peçesinden yüz gösterir kimi, kimi bir elyazmasının derkenarına yazılır bir ayrılık türküsü niyetine. Bir mücelled güldeste olur yazılsa tüm hüzün sözleri ve binbir geceyi dolduran tutilerin dilinde şeker niyetine çiğnene çiğnene tutar şöhreti alemleri.

Sabahların kokusuna karışan bir pişmanlığın terennümüdür bazan ve bazan da gecelerin korkusunu damıtan bir şarkının dizesi.

Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkıt ne bilir.

Hüzün mevsim olur, böler bir uykuyu bazan; bazan bir paranteze alır acıları. Güz mü, eylül mü bilinmez; ortası mı sonu mu anlaşılmaz anın. Şakaklarına düşen benek benek karlar mı densin yılların gölgesini taşıyan, başında gül rengi bulutlardan Lahuri tüller mi olsun Hicaz şarkılarında bestelenen?!.. Hüzün karanlıktır, yalnızlıktır, korkudur. Ve hüzün bazan en büyük umutlara gebedir.

Bir mevsim-i hazanına geldik ki alemin…

Hüzün renk olur, son dalın son yaprağında sararırken yakar içimizi; son fırtınanın son dalgasında köpürürken kanatır yüreğimizi. Mavi gecelerin ve kurşuni bulutların örtüsüdür hüzün. Hatırlamanın mestliğinde eflatuni bir ırmağın hasret yarasıdır, gül gül olup açan ateşin kederlerin masum çiçeğidir. Sahilde bir gurubdur o, ufukta bir şafak. Perde perde solan hayatımız…

Gül ateş, gülbün ateş, gülşen ateş, caybar ateş.

Hüzün sevda olur, hayalini getirir annelerin, yavruların ve süveydaya durup melankolisini yaşatır sevenlerin, sevgilerin. Fuzuli lerin Galib lerin kinayeleri ve tevriyeleri onun üstüne yazılır, bülbüllerin kumruların şeyda tenasüpleri ve mecazları ona dillendirilir. Umman gemicilerinin ufuklarında deniz feneridir hüzün, semavat müneccimlerinin kadrlerinde Ayyuk.

Mahabbet bir bela şeydir giriftar olmayan bilmez.

Hüzün alışkanlık olur, acıların yol dönemecinde azığını kuzgunlara kaptıran gönüllerin ömre süren Selva sıyla tartılır. Yüzbin yıl sonra yeşerecek tohumlar için saklayıp suyu, vahalardan kurumuş dudaklarla geçer delikanlıca. Mermer beyazında ayetlere teslim olmuş bir buhur-ı Meryem in nazenin tebessümüne Namus-ı ekber vasıtasıyla gelen nefestir o.

Hazan ki durmadan evrakı su-be-su dökülür.

Hüzün, Kureyş te Süheyb-i Rumi; Yemen de rahip Bahira, Konstantinepol de Ulubatlı Hasan olmaktır,
Hüzün, mazlumlar adına bir saman çöpüyle devleri yere sermektir,
Hüzün, Şeyh Şamil toprağında alnından vurulan bir çocuktur,
Hüzün, harflere sığmayan bir nimet-i İlahi dir,
Hüzün, her hale şükretmenin diğer adıdır,
Hüzün, seyerandır maverada,
Hüzün, özleyiştir,
Hüzün ki en ziyade yakışandır bize!..

İskender Pala

Hüzün ki en ziyade yakışandır bize!.. İskender Pala

Published March 20, 2012 by Emine Göl Yılmaz




Hüzün ki en ziyade yakışandır bize!..

Hüzün, bir hazin kelime. Ayrılık gibi, hicran gibi; ama mutluluk gibi de. Bazan bir gözde görürüz onu, bazan bir yüzde. Bazan bulutlarla gelir, bazan lodoslarla.

Hüzün tarih olur, Bağdat ufuklarını Osmanlı tuğları misali bekleyen hurma fidanlarıyla; Tuna boylarını hatem yakutları gibi süsleyen kaleler ve burçlarla gelir yedi yüz yıllık hafızamıza.

Elhamra avlusunda derin uykulara dalmış mağrib güneşi olur kah; kah Kudüs gecelerinde savrulan Selahaddin rüyaları.

Aziz-i vakt idik a da zelil kıldı bizi.

Hüzün gözyaşı olur, bazan bir eylül bulutundan dökülüp dilemmalarımıza karışır; bazan bir Kanuni mersiyesinden akıp güneşlerimizi buharlaştırır. Paramparça olmuş kutsal kitapların mürekkeplerini dağıtır bazan, bazan kandil gecelerinin pişmanlıklarına dökülür yüreklerimizden.

Kimi zaman bir bayram sevincinin ardına gizlenen yetimin gözünde acı; kimi vakit fersudeleşmeye yüz tutmuş gülün yaprağında kırağı sıfatında belli eder kendini.

Hurşide baksa gözleri halkın dola gelir.

Hüzün söz olur, yarı yollarda bırakılmış yeminlerin ve vaadlerin peçesinden yüz gösterir kimi, kimi bir elyazmasının derkenarına yazılır bir ayrılık türküsü niyetine. Bir mücelled güldeste olur yazılsa tüm hüzün sözleri ve binbir geceyi dolduran tutilerin dilinde şeker niyetine çiğnene çiğnene tutar şöhreti alemleri.

Sabahların kokusuna karışan bir pişmanlığın terennümüdür bazan ve bazan da gecelerin korkusunu damıtan bir şarkının dizesi.

Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkıt ne bilir.

Hüzün mevsim olur, böler bir uykuyu bazan; bazan bir paranteze alır acıları. Güz mü, eylül mü bilinmez; ortası mı sonu mu anlaşılmaz anın. Şakaklarına düşen benek benek karlar mı densin yılların gölgesini taşıyan, başında gül rengi bulutlardan Lahuri tüller mi olsun Hicaz şarkılarında bestelenen?!.. Hüzün karanlıktır, yalnızlıktır, korkudur. Ve hüzün bazan en büyük umutlara gebedir.

Bir mevsim-i hazanına geldik ki alemin…

Hüzün renk olur, son dalın son yaprağında sararırken yakar içimizi; son fırtınanın son dalgasında köpürürken kanatır yüreğimizi. Mavi gecelerin ve kurşuni bulutların örtüsüdür hüzün. Hatırlamanın mestliğinde eflatuni bir ırmağın hasret yarasıdır, gül gül olup açan ateşin kederlerin masum çiçeğidir. Sahilde bir gurubdur o, ufukta bir şafak. Perde perde solan hayatımız…

Gül ateş, gülbün ateş, gülşen ateş, caybar ateş.

Hüzün sevda olur, hayalini getirir annelerin, yavruların ve süveydaya durup melankolisini yaşatır sevenlerin, sevgilerin. Fuzuli lerin Galib lerin kinayeleri ve tevriyeleri onun üstüne yazılır, bülbüllerin kumruların şeyda tenasüpleri ve mecazları ona dillendirilir. Umman gemicilerinin ufuklarında deniz feneridir hüzün, semavat müneccimlerinin kadrlerinde Ayyuk.

Mahabbet bir bela şeydir giriftar olmayan bilmez.

Hüzün alışkanlık olur, acıların yol dönemecinde azığını kuzgunlara kaptıran gönüllerin ömre süren Selva sıyla tartılır. Yüzbin yıl sonra yeşerecek tohumlar için saklayıp suyu, vahalardan kurumuş dudaklarla geçer delikanlıca. Mermer beyazında ayetlere teslim olmuş bir buhur-ı Meryem in nazenin tebessümüne Namus-ı ekber vasıtasıyla gelen nefestir o.

Hazan ki durmadan evrakı su-be-su dökülür.

Hüzün, Kureyş te Süheyb-i Rumi; Yemen de rahip Bahira, Konstantinepol de Ulubatlı Hasan olmaktır,
Hüzün, mazlumlar adına bir saman çöpüyle devleri yere sermektir,
Hüzün, Şeyh Şamil toprağında alnından vurulan bir çocuktur,
Hüzün, harflere sığmayan bir nimet-i İlahi dir,
Hüzün, her hale şükretmenin diğer adıdır,
Hüzün, seyerandır maverada,
Hüzün, özleyiştir,
Hüzün ki en ziyade yakışandır bize!..

İskender Pala

Annelerimizden Neleri Öğrendik

Published March 5, 2012 by Emine Göl Yılmaz
 
SABIRLI OLMAYI;
“Baban eve gelsin, sen görürsün”

HAKKIMIZI ALACAĞIMIZI;
“Eve vardığımızda ben bilirim sana yapacağımı”

DİYALOG KURMAYI;
“Sana bir şey sorduğumda cevap ver…!!”
“Ne söyliyeyim anne?”
“Sus!! Bana cavap verme!!!”

TIP BİLGİLERİNİ;
“Gözlerini şaşı yaparken bir gün öyle kalıvericeksin, görüceksin gününü”

OLGUN OLMAYI;
“Bu tabağın hepsini bitirmezsen asla büyüyemezsin.”

GENETİK BİLGİLERİ;
“Sen de o lanet olası babana çektin.”

BİLGELİĞİ;
“Benim yaşıma gel de anlarsın o zaman.”

ve…


ADALETİ;
“Bir gün senin de çocukların olucak. inşallah onlar da sana senin şimdi bana yaptıklarını yaparlar…” 🙂

Mektuplar…Cemil Meriç…Jurnal-Cilt 2

Published March 4, 2012 by Emine Göl Yılmaz
 
 
 
Sevgiliyi başkalarında aramak, tesellilerin en hazini. Tatsız tartışmalarla geçen bir gece. Sis, soğuk,uykusuzluk ve hepsinden zoru seninle başbaşa kalamamak. Kabus geçdi.
Canım benim. Mezardan fırlamam için sesini duymam kafi. Ölüm, yaşamak istememek. Hastalık, ruhun isyanı.
Paris sen yokken rüyalarımın şehriydi, şimdi Paris’im sensin, bütün ışıkları, bütün cazibesi, bütün büyüsüyle Paris. Yalnız Paris mi? Teninde çöllerin alevi, teninde çöl akşamlarının serinliği. Paris bir kartpostal kadar cansız, soluk, soğuk. Yalnız sen yaşıyorsun, yalnız sende yaşıyorum. Seninle, senin için yaşıyorum, seni yaşıyorum.
Senin yanında bütün kadınlar gazete kağıdından kırpılmış gibi düz, sığ, ruhsuz ve manasız…Sen aşkın ta kendisisin canım benim, kadının ta kendisisin. Bütün kuvvetin oradan geliyor. Tabiat kadar tabiisin. Ve bir busende bütünün var, bütünün yani rüyaları, özleyişleri, çırpınışları, hummaları, şefkatleriyle bütün kadınlık.
Her zerren yaşıyor. Sen bitmeyen tek kitap, eskimeyen tek şiir.

Jurnal-Cilt 2
Cemil Meriç

KADINLAR NE İSTER, ERKEKLER NE ANLAR?

Published February 12, 2011 by Emine Göl Yılmaz

KADINLAR NE İSTER, ERKEKLER NE ANLAR?
Timsahla filin dillere destan evliliğini duymuşsunuzdur belki. İki sevgili evlendikten sonra, birbirlerine kendileri için “en değerli” olanı verme yarışına girerler. Timsah gölden en güzel balıkları çıkarıp sevgilisi file ikram eder. Fil de pek sevdiği yeşil yapraklarının en tazelerinden çırpıp sevgilisinin önüne atar. Fakat sonuç hüsrandır. Otçul olan fil için balıklar, etçil timsah için de tazecik yapraklar hiç de değerli değildir. Çift, sonunda anlar ki, herkesin kendisi için “en değerli” olanı vermesi iyi niyetli ancak teknik olarak yanlış bir davranıştır; hem iyi niyetli hem de teknik olarak doğru davranış eşi için “en değerli” olanı vermektir. Sonuç olarak, fil timsaha hortumuyla tuttuğu ve zaten yemeyeceği balıkları, timsah da gölün dibinden kopardığı ve zaten sevmediği tazecik yosunları vermeye başlar. Mutlu olurlar; çünkü birbirlerini anlamaya vakit ayırmışlardır. İkisi de “Ben elimden geleni yapıyorum ya!” savunmasına girmemiştir. Bu kısa meseli yabana atmayın. En az fil ve timsah kadar yabancıyız birbirimize. Erkeklerin kadınların ne istediği konusunda teknik ve detaylı çalışmalara ihtiyacı var. Kadınların da hiç şüphesiz erkeklerin ne istediği üzerine kafa yormaları gerekiyor. Evlilik terapistlerinin kendilerine boynu bükük gelen çiftlere hatırlattığı detayı bir de burada hatırlayalım: “Kötü olan siz değilsiniz; kötü olan ilişkiniz.” Yani, iyi insanlar da olsanız kötü bir ilişki kurabilirsiniz. Kötü bir ilişki içinde de olsanız, hâlâ iyi birer insan olmanız mümkündür. Böylece çiftlerin biraz olsun başları omuzlarının üzerinden uzaklaşır, biraz daha ümitle bakarlar soruna. Evlilik terapistlerine hak verin, kendinize de fırsat tanıyın: Doğrudur; iyi bir ilişkinin iyi bir insan olmaktan fazla şartları vardır. Evlendiğimiz gün, ilk çocuğumuz doğmuştur aslında; ilişkimiz. İlk günler heyecanla ve mutlulukla karşılarız onu; ondan sonra ne yapacağımızı düşünmeyiz bile. Sonra bakarız ki, ilişkimiz konuşmayı bilmiyormuş. Aylar sonra emeklemeye başladığını, paytak yürüdüğünü fark ederiz. Sonra biz onu çocuğumuz bilip besledikçe ayağa kalkar, yürümeye başlar. Fakat çoğu kez ilişkimizin ilk çocuğumuz olduğunu aklımıza bile getirmeyiz; onu doğduğu gün aç bırakırız, kendi kendine beslenebileceğini, tek başına yürüyüp ayağa kalkabileceğini düşünürüz. Duruma göre, ilk çocuğumuzu doğar doğmaz inkâr edip cami kapısına ya da karakol önüne bile terk edebiliriz. İlk çığlıklarını attığında, kolayca boşanır, boşanmasak bile onu gayrimeşru bir çocuk gibi istemeye istemeye büyütürüz. İki “iyi” insan olarak “kötü” bir ilişkinin uçlarına yerleştiririz kendimizi. İlişkimiz de ilk fırsatını bulduğunda evden kaçıverir. GELİN, işin bir ucundan tutalım. Bugüne kadar hiçbir erkeğin tam anlamıyla cevap bulamadığı “Kadınlar ne ister?” bilmecesinden çözebildiklerimizi paylaşalım. Yüzükoyun yatan, ortalıkta aç sefil dolaşan ilişkimizi ayağa kaldıralım, eve çağıralım. Bunun yolu da fil olarak timsahın ne istediğini bulmamızdan geçiyor. İlişkinin öbür ucundaki kadına “iyi” davranalım. Buna göre, bu yazıyı, erkekseniz bir keşif merakıyla; kadınsanız bulmacanın hiç şüphesiz eksik kalacak kısımlarını tamamlamak üzere okuyun. Kadınların en çok istediği şey sözdür. Her erkeğin iki dudağı arasında olan sözü ister kadınlar. Konuşulsun isterler kendileriyle. Konuşmaları dinlensin isterler. Buna göre, ilk yapacağınız iş televizyonu kapatmak olsun. Koltuklarınızı birbirinize çevirin. Yüz yüze bakın, göz göze gelin. Eşinizin gözünün içine baktığınızda tam da gözbebeğinin ortasında kendinizi göreceksiniz. Gözlerinin içine odaklandığınızda, sanki hep orada ağırlanıyormuş gibi hissedeceksiniz, eşinizin gözüne çoktan girdiğinizi fark edeceksiniz. Ancak bunun ona gözünüz gibi bakmaktan geçtiğini de gözlerinizle göreceksiniz. Hazır göz göze gelmişken, eşinizin en son neler yaşadığını, yaşadıklarından ne hissettiğini anlamaya çalışın. Bu, kadınların en çok sevdiği empatinin ilk egzersizidir ve başarısızlığa uğrama ihtimaliniz neredeyse sıfırdır. SIK SIK eşinize onunla birlikte olmaktan memnun olduğunuzu, onu takdir ettiğinizi ve yaptıklarına hayran olduğunuzu söyleyin. (Bu tavsiyelerin, basmakalıp şeyler olduğunu düşünenlerdenseniz, 24 saatinizi kesintisiz kucaktan hiç inmeyen bir bebekle geçirmeyi deneyin; kadınların ne kadar hayran olunası, takdir edilesi, memnun olunası işler yaptığını dehşetle fark edeceksiniz.) Çok küçük ve sıradan işlerde bile, daracık zamanlarda bile, eşinizin ilgilerine ve tercihlerine önem gösterin. Mesela, yürüyüş yaparken ya da arabayla evinize dönerken birkaç yol alternatifiniz varsa, eşinize hangi yolu tercih ettiğini sormanız, onu mutlu edecek, onun kalbine giden yolu genişletecektir. Kadınların ne istediğini erkeklerin hemen anlaması zordur; zaten bunun için bir ömür boyu vaktimiz vardır. Fakat erkeklerin de kadınlar tarafından anlaşılmadığı durumlar seyrek değildir. Görünen o ki, erkeğe de kadına da “ev ödevi” düşüyor.

Dr.Senai DEMİRCİ

İçindeki 5 Düşmanla Yüzleş!

Published February 1, 2011 by Emine Göl Yılmaz

Cesaretle doğmayız ama korkuyla da doğmayız. Bazı korkularımız kendi tecrübe­lerimizden, birinin bize söylediklerinden ya da medyada duyduklarımızdan kaynaklanabilir.

Sabah 2’de kötü bir muhitte yalnız yürümek gibi korkulara hak verilmeli. Ama bir kere bu durumdan kaçınmayı öğrendiğinizde söz konusu korkuyla yaşamak zorunda kalmazsınız. En te­mel olanları da dâhil korkular tutkularımızı tamamen yok edebilir. Korku servetleri, ilişkileri yok edebilir; kont­rol edilemezse hayatlarımızı yok ede­bilir. Korku içimizde pusuya yatmış pekçok düşmandan biridir. İçimizde karşılaştığımız ve acilen yüzleşmemiz gereken diğer 5 düşmanı da tanıyalım:

1- Kayıtsızlık: O sizi yok etmeden sizin onu yok etmeniz gereken ilk düşman… Ne kadar acı bir hastalık! “Aaa, bırak gitsin! Ben kendi başımın çaresine bakarım!” Burada şu problem var: Zirveye tek başına çıkamazsın!

2- Kararsızlık: Fırsat ve girişim hırsızı… Daha iyi gelecek için elinizdeki bütün imkânları çalar. Bu düş­mana kılıç çek ve oku yaydan çıkar!

3- Şüphe: Elbette sağlıklı şüpheciliğe izin var, herşeye inanamazsın ama şüphenin kontrolü ele geçirmesine de izin veremezsin. Pekçok kişi geçmiş ve gelecekten, birbirinden, hükümetten, imkân ve fırsatlardan şüphe eder. En kötüsü de kendinden şüphe eder. Şu kesin: Şüphe hayatınızı ve başarı ihtimalinizi yok eder. Hem cebinizi hem de kalbinizi boşaltır. Şüphe düşmandır. Peşinden gidin, ondan kurtulun.

4- Endişe: Hepimiz bir miktar endişe duymalıyız. Yeter ki, endişenin se­ni fethetmesine izin verme. Bunun yerine uyarmasına izin ver. Endişe faydalı olabilir. Şehrin göbeğinde kaldırımdan inmişsen, bir taksi sana doğru geliyorsa endişelenmelisin. Ama kudurmuş köpeğin köşeye sıkıştırması gibi endişenin sana hükmetmesine izin verme. Endişelerinle başa çıkmak için onları küçük bir köşeye it. Seni teslim almaya geleni sen teslim al, zorlayanı it.

5- Aşırı tedbirli olmak: Bu, hayat karşısında çekingen davranmaktır. Çekingenlik meziyet (Alçak gönüllülükle karıştırılır, ikisi farklıdır!) değildir. Aslında bir hastalık olabilir. Fırsat tanırsan seni fetheder. Çekingenler yükselemezler. İlerleyemez, büyüyemez, pazarda güçlü olamazlar. Aşırı tedbirli olmaktan kaçınmalısın.

Sonuç: İçindeki düşmanları öğrendin. Bunlarla yüzleş ve savaş. Korkularını yen. Seni geri bırakan, hedef ve hayallerinden uzak tutan şeyle savaşmak için cesaretini topla. Hem hayatın hem de elde etmek istediğin şeylerin, olmak istediğin kişinin peşinden giderken cesur olun.

ALINTI: Jim ROHN

Öylesine yuttum ki sesli harflerimi

Published January 31, 2011 by Emine Göl Yılmaz

Öylesine yuttum ki sesli harflerimi… Korkar oldum noktalar koymanın ardından yeni cümleler kurmaya… Artık yokmuşsun, artık yokmuşum, artık yokmuşuz… Gün batımları yokmuş oturduğumuz odanın sarı duvarlarına yansıyan… Ellerin yokmuş en beklenmedik anda ellerimle kavuşan… Aşklar yokmuş artık, bir zamanlar var olduğuna inanılan…

Öylesine yuttum ki sesli harflerimi… İçimde kırılan bir ayna kaldı sadece… Geceler yokmuş artık, gündüzler de… Saatlerin kadranları kırılmış, küsmüş zamana… Kala kala bir rüya kalmış geceleri buluştuğum… Bir zamanlar bir romantiğin sarhoş eden gitar sesini dinlediğimiz yer de silinmiş gitmiş haritalardan… Ne çok şey kalmamış, ne çok hiçbir şey var olmuş yaşanıp bitmişlerden…

Öylesine yuttum ki sesli harflerimi… En çok da isminin içinde geçenleri… Bir pusula ömründe ilk kez yanlış yönü göstermiş… Gururuyla intiharı seçmiş, düşüp kırılmış yanlış yönü gösterdi diye… Güney de yokmuş artık, kuzey de… Sabahları yaşadığımız doğu silinip gitmiş, batıysa hiç olmamış ki daha önceden zaten…

Öylesine yuttum ki sesli harflerimi… Kala kala sadece ve sadece o kelimeler arasına yerleştirilen birkaç küçük nokta kalmış… Sadece üç nokta… Apostroflar yokmuş artık, virgüller de çoktan yitip gitmiş geldikleri masallar alemine… Ne bir ünleme rastlayabilirmişiz artık bu ucunu göremediğimiz sokağın ortasında, ne de kendini sorgulayıp duran tek bir soru işaretine…

Öylesine yuttum ki sesli harflerimi… Yok olmuş dakikalar, saatler, saniyeler… Ve sen biraz da… Sahi biz hiç var olduk mu dersin? Belki olduk, belki olmadık… Aslında ne kadar yanıldık, ne kadar aldandık… Biz koskoca birer yalandık… Odanda dağınıklığımı toplayan bir gölge vardı ya hani, o da yok artık… Dağınıklığım da yok, serzenişlerim, boşvermişliklerim de… Artık biz yokuz ki…

Öylesine yuttum ki sesli harflerimi… Ancak, bana aldırmadan geçip giden zaman kalabilirdi ardımdan… Devam etti takvim yaprakları ardı ardınca koparılıp atılmaya… Aylar yıllara dönüp gitti… Artık ay yok, yıldızları da kaybettim ne zamandır… Sahi gökyüzü var mıydı seni sevdiğim zamanlar? Bilmiyorum ama, banyonda her sabah baktığım aynada gördüğüm siluetin yok artık… Ya da telefonlarda duyduğum sesin… Yoklar ne zaman var oldu! Veda etmeyi mi unuttuk artık olmayanlara yoksa!

Öylesine yuttum ki sesli harflerimi… İki şehir, bir köprü vardı bir zamanlar… Eskiden izlediğimiz filmler yok artık, ilk kez gittiğimiz bale de oynanmadı bir daha hiç… Belki bir tiyatro oyununun ta kendisi bizdik… Tanrım, sen ve ben ne çok şey yitirdik… Birdik, bizdik, “en”dik, tektik… Sahi biz ne zaman bittik! Ne kadar zaman geçtiyse üzerinden, bu gece o kadar yutuyorum sesli harflerimi…

“Ah”larımı yutuyorum artık… Avaz avaz susuyorum, sessiz sessiz çığlıklar atıyorum bu gece kendi kendime… Bitenlere gülüp başlamak isteyenlere ağlıyorum… Hüzünler mutlu ediyor beni, mutluluklara ağlıyorum… Her şey ters dönüyor ama ben yırtıp atıyorum bir kağıda yazdığım seni, yutuyorum bütün sesli harflerimi… Elveda sevgili…

alıntı

ANNE NEDİR?

Published January 26, 2011 by Emine Göl Yılmaz


Anne demek;

* Yenilen her lokmadan sonra alkış kıyamet koparan,şenlik havasına
bürünendir.

* Çıkan her pirinç tanesi diş için tüm hısım akrabaya telefon açandır.

* Tüm hafta hayalini kurduğu pazar kahvaltısına oturup asla yiyemeden
kalkandır.

* Sabaha kadar kırk sefer uyanarak,sabah kalkıp zombi gibi işe gitmektir.

* İşten eve geç gelmenin vicdan azabıyla bebeklerinin yanına kıvrılıp
saatlerce koklayandır.

* Tatil yapamamanın kitabını yazandır.

* Eskiden hergün uğradığı kuaförünün yolunu unutandır.

* Çaydanlığın kapağı ile pet şişeyi kapatmaya çalışandır.

* Parça pinçik olmuş pazar gazetesini birleştirip okumaya çalışandır.

* Gecenin bir yarısı gözü kapalı süt ısıtıp,gözü kapalı geri dönendir.

* Saatlerce leblebi parmaklı ayakları öpmekten sonsuz keyif alandır.

* Temcid pilavı tadındaki baby tv yi seyretmektir.* Bebek şef şarkısı
söyleyerek,fırsat bu fırsat deyip birşeyler yedirmeye çalışmaktır.

* Üzümün çekirdeklerini tek tek çıkarmak,mısırı tanelere ayırmaktır.

* İşten yeni gelmiş ve içeri ilk adımı atmışken,”Anne atttaaaaa”
sözleriyle çark edip,en yakın parkın yolunu tutmaktır.

* Anne demek bebek havuzunda yüzmektir.

* Başka bir anneyi nerede görürse görsün “Seni çok iyi anlıyorum tatlım
“bakışı atandır.
* Aşı takvimini ezbere bilendir.

* Kazara kendi için alışverişe gidip nasıl olduysa bebek kıyafeti dolu
poşetlerle geri dönendir.

* Ne kadar sert olursa olsun hayır demeyi beceremeyendir.

* İşe yetişmek için düğmelerini bahçede ilikleyendir.

* Uyduruk ninni besteleyendir.

* Çantasında sürekli Oyuncak kurbacık,ıslak mendil ve kreker taşıyandır.

* Son teknoloji telefonu denize atıldığında ,diken diken olmuş her bir
saçına rağmen,annecim telefonlar yüzemez diyebilendir.

* Anne demek eskisinden bin kat daha güçlü olmak demektir.

* Anne demek hayatının sonuna kadar ve sonunun da ötesinde birileri için
endişelenmektir.

* Anne demek iki küçük melekle,gururla,küçük dağları ben yarattım
edasında yürüyebilmektir.

* Anne demek yüreyini parçalara bölüp herbir parçayı özenle onlara
sunmaktır.

* Anne demek 9 ay karnında taşımak değil,ömrünün sonuna kadar yüreğinde taşımaktır.